Eski zamanlarda uzak diyarlarda kendini beğenmiş, kibir abidesi bir kral varmış. Bu kraldan daha kibirli ve halka tepeden bakan bir de kraliçe varmış. Sizin anlayacağınız tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş. Bütün krallığı aslında bu kraliçe yönetirmiş. İşte bu hikaye bu kraliçenin o dönemde halkın yaşam biçimine nasıl müdahale ettiği ve o günden bu güne yansımaları üzerinedir. Kraliçenin yaşadığı döneme her ne kadar hikaye, masal desek bile günümüzdeki yansıması tüm gerçekliği ile hayatımızı sarıp sarmalıyor.
O kadar kendini beğenmiş bir kraliçeymiş ki, sürekli aynada kendine uzun uzun bakarmış. Her sabah üzerine ne giyeceğine bir türlü karar veremezmiş. Terzilerine sürekli bu kıyafet olmuş mu? Bu nasıl? Ben güzel miyim? Dermiş. Üzerine hiçbir kıyafet giymediği günlerde de terzileri kelle korkusundan çok güzel yakıştı kraliçem, ayakkabılarınız ne güzel, giysileriniz harika olmuş derlermiş. Bir elinde cımbız bir elinde ayna, tarak, koca sarayda saçı başı dağınık, yalın ayak dolaşıp dururmuş. Sürekli çır çır böceği gibi sağa sola, önüne gelene çemkirirmiş. Sarayda kimin eli kimin cebinde belli değilmiş. Çarpık evlilikler, bozuk kokuşmuş ilişkiler almış başını gidiyormuş. Kraliçenin kuklası olmuş Kral çaresiz hiçbir şey yapamıyor ölümünü bekliyormuş.
Bu kraliçe her canlı gibi ölmüş, ölmesine de geriye bu günler için, devasa aynalar, taraklar, garip garip makyaj malzemeleri ve vücudu pis olanlar için koku perdeleyici bir sürü parfüm çeşidi şimdiki gençlere miras kalmış. Asırlar öncesi saraydaki çarpık çurpuk ilişkiler devam etmiş. Günümüzde bir takım gençlerin yaşlarının ilerlemesine rağmen düzenli bir aile hayatı kuramamaları hep bu alışkanlıklardan olduğunu söyleyenler var. Sizin anlayacağınız alışılmışlık kudurukluk hali. Ben ne zaman özellikle yaz aylarında şehir meydanına gitsem, gençlerin takıldıkları mekanların önlerinden geçsem hep bu kraliçe gelir aklıma. Ellerimi hemen açar bu çirkef kraliçeye iki çift beddua etmekten kendimi alı koyamam.
Tarihte nice nice milletler, medeniyetler gelmiş geçmiş, fakat bu kraliçenin ruhu bir türlü cehennemin dibini boylamamış. İçten içe, kulaktan kulağa yayılmış varlığını hep sürdürmüş. Şimdiki gençler onun fikirlerini teknoloji ile birleştirmişler. Sosyal medyadan örgütleniyorlar. Sokaklarda hepimiz çıplak kral ve kraliçeyiz diye gösteriler düzenliyorlar. Beden benim, bedenime dokunma ister doğurur ister doğurduktan sonra çöp tenekesine atarım diye bağırıyor, canım ne isterse onu yaparım diyorlar. Son zamanlarda bunlar arasında giyim kuşam, saç sakal ayrımı ortadan kalmış, erkeklik dişilikte önemini yitirmiştir. Bir gün bakıyorsun modaya kaptırıyor erkek oluyor, ertesi gün sıkılıyor kadın oluveriyor. Kraliçeden önce toplumda en saygın meslekler, kendini ilah ilan edenler, yeni yeni fikirler icad eden filozoflar, düşünürlermiş. Şimdilerde en saygın meslekler estetik ameliyat yapan doktorlar, plastik cerrahlar, üç santimlik giysi dikebilen terziler, beyin yakan son ütücüler.
Teknoloji ile birlikte iletişim kanalları, haber akışları hızlandı. Bu kraliçenin günümüzde fikirlerini ekonomiye uyarlayanlar oldu. Adına Kapitalizim dediler, kominizim dediler paralarına para kattılar. Sonuçta para parayı çeker diye bir yalanda uydurmuşlar dimi yani yalanları boşa çıkmasın. Bu ucube iki ayaklı hayvanlar sınıfına oluk oluk para akıttılar. Ceplerine şişkin şişkin cüzdanlar verip hepsini cüzzamlı yaptılar. Sonrada hepsinin boynuna sanal tasmalar taktılar. Para göz para babaları yüksek yüksek kulelerden toplumun gençlerinin bu halini pişkin pişkin seyrettiler. Onlar için bu gençlerin gökkuşağı renkli yüzleri, sokak aralarındaki zombiye dönmüş garip garip hareketleri komedi filimi gibi, büyük bir tiyatro gibi. Göğü delen kibirli binalarının camlarından bakıp bakıp güldüler eğlendiler.
Dostlar durum çok ciddi. Öyle böyle değil. Bizim ne yaparız ne ederiz diye durup düşünmemiz lazım. Bu gidişle ar namus haya sahibi gençlerimiz şöyle ağızlarına göre dişe dokunur iman ehli bir eş
bulamadan bu dünyadan göçüp gidecekler. Biz köşesine çekilmiş toplumun bu haline ver yansın eden yaşlılarda torun torba sevemeden ruhunu teslim edecek. Artık bize yel değirmenine karşı kılıç çekecek Donkişotlar veya da Üstad Necip Fazılın deyimiyle kim var denilince sağına soluna bakmadan ben varım diyebilecek birileri lazım. Bu duruma karşı kafasının tası atan kim varsa bir birini bulacak, elbirliği ile, orta yerde gezinen bu kraliçenin ruhunu yakalayıp cehennemin yedi kat dibine göndermeliyiz. Kadının ruhu cehennemde huzura erişsin. Yoksa bize bu dünyada huzur bırakmayacak biline…