İnsan önceleri dünyanın merkezinde yaşarken son yüz yıl içinde dünya insanın merkezinde yaşamaya başlamıştır. Dünya insanın merkezi olan kalbine tahtını kurmuştur.

İnsan yüz yüz elli yıldır rotasını kaybetmiş durumda. Sanayi devrimi ile birlikte teknolojinin çok hızlı gelişmesi insan yaşamını, alışkanlıklarını tamamen değiştirmiştir. Teknolojideki hızlı değişim insanı aynı hızla sürekli tüketen bir varlık haline getirmiştir. Bu baş döndürücü değişime ters orantılı olarak insan, fikirde, düşüncede, ahlak ve maneviyatta aynı hızla gerilemiştir. İnsan bedenine yapılan yatırımlar artmış olmasına karşın, ruhuna, vicdanına yatırım yapılmamıştır. Adeta insan, kökleri çölde sıcak kumlarda susuzluktan kavrulurken, gövdesi yalancı yeşil yaprakları olan, çiçekleri asla meyveye dönüşmeyen yapay bir ağaca dönmüştür.

İnsan önceleri dünyanın merkezinde yaşarken son yüz yıl içinde dünya insanın merkezinde yaşamaya başlamıştır. Dünya insanın merkezi olan kalbine tahtını kurmuştur. İnsanın yaşamını, oturmasını, kalkmasını, yürümesini artık dünyadaki değeri belirleyici olmuştur. İnsanın giyimi kuşamı, yedikleri içtikleri, sahip oldukları mal ve mülkün değeri sürekli artarken insan olmanın fiyatı sürekli ucuzlamıştır. Yer yüzünde artık kaliteli, fiyatı pahalı insan bulmak mümkün değildir. Caddeler, sokaklar ucuz insanlarla dolup taşmış durumda. Devasa fabrikalar tüketim bataklığına sürükledikleri insanı neredeyse bedava satın almakta, ürettikleri ürünlerin en maliyetsiz ham maddesi olarak kullanmaktalar.

Yaşadığımız çağda insan değerini insanın kendine olan öz güveni, eğitimi, düşüncesi, fikriyatı tüm bunlar toplum içindeki statüsünü belirlemiyor. İnsanlar tüketim alışkanlıklarının kölesi olmuş ve bu kölenin boynunda, ayaklarında, ellerinde gözle görülemeyen sosyal medya tasmaları, marka prangaları ve ego kelepçeleri vardır. İnsan bu kölelik aparatlarından kurtulamamaktadır. Eskiden insan, yemek ihtiyacını beş on kişinin etrafında bağdaş kurduğu aynı tencereye kaşık sallayarak giderebiliyordu. Bu muhteşem yer sofralarında midesini doyururken aynı zamanda kalbini ruhunu doyuracak sohbetler edilirdi. Dünya insanların hepsini Fastfood denen tımarhaneye hapsetti. Günlük hayatımız içinde yemek ihtiyacımızı, sağlıksız bir şekilde hızlı hızlı yiyerek gideriyoruz. İnsan kendisinin sosyal medyadan aldığı beğeniler, üzerine giydiği markalı kıyafetler, altındaki lüks arabalar, yatlar, katlar oranında değerinin arttığını düşünüyor. Bu kazanımlarının bir gün elinden gittiğinde ise aslında hiçbir işe yaramayan ucuz bir birey olduğunun farkına varıyor ve yaşamına rahatlıkla son verebiliyor.

Son günlerde hep hayat pahalılığından söz ediyoruz. Bu fiyatları gözleri bir türlü doymak bilmeyen üretim yapan insanların günlük, saatlik yükselttiğinden şikayet ediyoruz. Bu insanlara diğer dünyaya mal ve mülklerini götüremeyeceklerini hatırlatmak için kefenin cebi yok diyoruz. Tüm bunlardan şikayet ederken insan ruhunun ve vicdanın yok olduğundan insan karakterinin ucuzladığından hiç bahsetmiyoruz. Oysa ki insanı düzeltmeliyiz. Onu yeryüzünde tekrar değerli hale getirmeliyiz. İnsan kalbindeki bilgisayara format atmalı, içindeki virüslerden kurtulmalıdır. İşte o zaman kanaat, şükür, sabır gibi özelliklerle donatıldığında bu hayat pahalılığı ile mücadele edebilecektir.

Bu gün insanlar neden elde ettikleri ürünleri bir başkasına gösterme düşüncesinde, buradan kendisinin değerli olduğu algısına kapılmıştır? Bunun üzerinde durup araştırma yapmak gerekir. İçi boşaltılmış insanların dışı bu süslü dünya ürünleriyle bezenmiştir. İnsanlar bunları kaybettiklerinde kendilerini değersiz görmektedirler. Toplumda insanı insan olarak doğru yere koymalıyız. Onu iç dünyası ile barıştırmak gerekir. Kendisinin ucuz bir iş gücü olmadığını, yada sürekli tüketerek kendisinin asıl tükendiğinin farkına varması sağlanmalıdır. Kendini dünyanın merkezine almış insanlarla ilişkileri sıkı tutmak, onlarla sosyal hayatı hak ettiği değerde yaşamak gerekir. Bunun aksi bir yaşam tarzı bizim değerimizi sürekli düşürecek, dünyanın insanın merkezinde daha çok kök salmasına sebep olacaktır.

Bu ayrık otlarının, çakırdikenlerinin her yeri sardığı dünya tarlasını hep beraber temizlemeliyiz. İçimizdeki bu ayrık otlarını, çakırdikenlerini kökünden söküp bir kenara atmalıyız. Bu verimsiz toprak parçasını manevi duygu ve düşüncelerle arıtılmış tertemiz sularla sulamalıyız. Tüm bunları yaparsak işte o zaman dünyanın bize köle olduğunu, insanın özgürleştiğini göreceğiz. Dünya bizim için tümmeyvelerini bize sunacaktır.

Atalarımız boşuna dememiş, bakarsan bağ olur, bakmazsan dağ olur diye. İnsanda böyle, dışgüzellik kadar, iç güzelliğimize de yatırım yaparsak insan değeri artacak, kıymet kazanacaktır.